melekler
utku özcan
10 Aralık 2013 Salı
24 Haziran 2012 Pazar
David Lynch - Kayıp Otoban ( Lost Highway )
david lynch'in film-noir ( kara film ) türünde
yönettiği çarpıcı filmi kayıp otoban kimliklerini arayan benliklerini kaybetmiş
karakterlerin birbirlerinden ayrı ve aynı zamanda birbirleriyle kesişen şizofrenik
dünyalarını ele alıyor. filmde mekanların basıklığı, karanlığı fon seslerin
etkileri insanı adeta filmin içerisindeki psikolojiye sokuyor.
Bir açıdan şizofrenik bir katilin, sahip olduğu farklı
kişiliklerin hikayeleri, diğer bir açıdan da belirsiz bir kimliği paylaşan iki
farklı insanın içinde kayboldukları korkunç yaşantıları olarak ele alınabilir, Angeles’da
yaşayan ve bir gece kulübünde caz saksafon çalan Fred Madison adlı bir adamın
başından geçen garip olaylarla başlıyor. Karısı Renee’nin kendisini aldattığı
paranoyasıyla yaşayan Madison, evinin dışarıdan kamerayla çekilmiş
görüntülerinin yer aldığı bir kaset alır. Ardından bu sefer evin içininin
çekildiği bir kaset daha alan Madison, daha sonra karısıyla yatak odasındaki
görüntülerinin yer aldığı üçünücü bir kaset daha alır. Bu sırada karısının,
daha önce hiç tanımadığı bir arkadaşının partisine katılan Madison, burada
kendisini tanıdığını ve şu anda evinde olduğunu söyleyen garip bir adamla
tanışır. Telefonla evini arayan
Madison, karşısında, şu anda fiziksel olarak karşısında bulunan adamın sesini
duyunca şaşkına döner. Ertesi gün karısının evde ölü olarak bulunması üzerine
zanlı durumuna düşen Madison, aleyhine olan deliller üzerine, karısını öldüren
kıskanç koca suçlamasıyla hapse atılır. Karısının öldürülmesine dair hiçbir şey
hatırlamayan Madison, gelişen olaylar karşısında ne yapacağını bilemez. İşte
tam bu sırada dört duvar arasında tıkılıp kalan Madison, bir anda ortadan
kaybolur ve yerine Pete Dayton adlı genç bir adam geçer. Dayton, arabasının
bakımını sadece kendisine yaptıran bir gangsterin Alice adlı sevgilisine aşık
olan bir genç bir oto tamircisidir.
Filmde kesin bir açıklama olasılığına izin vermeyerek
olayların ve karakterlerin birbirleriyle olan ilişkisini muğlak bırakan yönetmen
izleyicinin hayal gücünü de canlandırmayı düşünmüş olabilir. benim düşünceme
göre fred karakteri karısını kıskanan onu aldattığı düşüncesini saplantı haline
getirmiş şizofren bir karakterdir. karısının ölümünün ardından zanlı sıfatı ile
hapse düşer çok rahatsız edici bir baş ağrısı çeken fred karakteri o gece pete
karakterine dünüşür pete ile ilişkisi düşünüldüğünde iki karekterin birbirini
tamamlayacak niteliklerde olması tesadüf olmadığını ve fred karakterinin bütün
eksikliklerini bu karakterde giderdiğini görebiliyoruz karısını mutlu edemeyen
ve bir başkasına kaptırdığını düşünen fred ve hayatındaki bütün kadınları mutlu
eden ve bir başkasının sevgilisini elinden alan pete ve iki karekterin ortak
noktası birbirine inanılmaz benzeyen alice- renee karakterleri. fred şizofren
olduğunu ve karısını öldürdüğünü ve onu aldattığı paranoyasına kendini
inandırmak ve işlediği cinayeti haklı kılmak için alt egosu olarak gördüğü pete
karakterinde aşık olduğu kadını fahişe olarak göserir.
filmin yönetmeni David Lynch, Fred ile Peter arasında
yaşananan ve uzam-zaman kategorilerini hiçe sayan transformasyonun, açıklanamaz
olmadığını, her şeye rağmen bir mantığa sahip olduğunu ima ediyor. Bu anlamda,
tek bir benliğin sahip olduğu farklı kişilikler tanımlaması yerine,
benliklerinin başka bir benlik tarafından işgal edilmesine engel olamayan
bireyler tanımlaması da Fred ile Peter arasındaki ilişkiyi anlamamıza
alternatif bir yaklaşım getirebiliyor. Lynch gibi bize, hiçbir şey
gördüğünüz, işittiğiniz, dokunduğunuz, hissettiğiniz, sandığınız gibi değildir
diyen bir film dili geliştirmiş. gerçeklik konusunu sorgulayan ve insanın bu
konuda çokca düşünmesini sağlayan bir yöntemi oluşu da filmlerine bakışı bir
hayli değiştiriyor. çok kaba bir bakış açısı ile izlendiğinde anlaşılacak bir
film olmayan kayıp otoban üzerinde hala tartışılan yorumlar yapılan
eleştirmenlerin sıklıkla eleştirdiği, insanı sorgulatan ancak düşünmeye sevk
eden bir film. eleştirmenlerin eleştirdiği bir konu ise filmlerinde
felsefecilerin teorilerine yer veren lynch'i anlamak için Kant’tan Gadamer’e,
Kafka’dan Freud’a bazı okumalar yapmış olmak gerekebilmesi bu yüzden de bazen
izleyicinin algılamakta sorun yaşayacağı
bir yöntemi olduğunu kabul etmek gerekir.
Hayal ve Hakikat
HAYAL VE HAKİKAT
sanatın içinde olan bir genç olarak hiç dikkatimi
çekmemiş olan bir konu üstünde araştırma yapmaya başladım konu hayatımızın
içinde olan ve her zaman tartışılan klişe bir konu kadınlar ve sanat benim çok
üstünde durmadığım ancak bir sergi ile yeniden bazı soruları sormama neden olan
bir konu oldu. bu bağlamda serginin kendi adıma olumlu bir yönü olarak kabul
edebilirim. es geçtiğim bir durumu tekrar düşünmeme sebep oldu.
konu kadınlar olunca her zaman erkek
hegemonyası ve kadın üzerindeki sosyal üstünlüğü ve psikolojik baskısı olduğu
söylenir, yanlış da sayılmaz. ancak değişen ve gelişen dünyada kadınların
yerinin hala eskisi gibi olduğunu düşünmüyorum. her konuda olduğu gibi sanatta
da böyle bir durumdan bahsedilmesi yanlış olur. hele ki bu bir çağdaş sanat
sergisi ise serginin isminden de anladığımız gibi belki geçmişte hayal
olabilecek bir sergi olabilir ancak artık olmaması gerekir.
serginin yurt dışına yansıması ise
aslında bahsettiğim şeyle doğru orantılı bir haberde dikkatimi çekmişti yabancı
bir gazetede haber şu şekilde yansımıştı “Hayal ve Hakikat:Türkiye'den Modern ve
Çağdaş Kadın Sanatçılar” sergisinin, Osmanlı döneminin neredeyse unutulmuş
ressamlarını, bugünkü Türkiye'nin çağdaş kadın
sanatçılarıyla biraraya getirdiğini yazdı.
sergiyle ilgili araştırma ve yazıları okurken ilgimi
çeken bir başka şey ise haşmet babaoğlunun köşe yazısıydı.
''sergisinin
bir bölümüne de yansıyan modern plastik sanatlar fena halde tıkanmış durumda
artık! Atılan taş hiçbir şeyi vurmuyor. Laf kalabalığına benzer bir malzeme,
fikir ve kavram kalabalığı var. O kadar çok şey anlatmak istiyorlar ama ortaya
çıkan şey çok cılız. Modern sanat zaten bir tıkanıklık içinde, bu sergiyle
gördüm ki Türkiye'de daha bir tıkanmış vaziyette''
belki eleştiri işler üzerinden yapılırsa daha net
anlayabiliriz. tek,tek bakıldığında benim düşünceme göre işlerin bir çok farklı
döneme ait olması bakımından Türkiye'deki kadın sanatçıların sanat süreçlerini
ve bize ulaştığı dönemi görmek açısından güzel bir deneyim gibi görüyorum.
özellikle bir kaç iş yapıldıkları dönemleri dikkate alınırsa bu veya bu tarz
sergilerin çok daha önceden de açılabileceğini düşündürtüyor. sanatta
cinsiyetin çok önemli olmadığı ya da işin hangi cinse ait olduğu izleyici
tarafından çok önemsenecek bir durum olduğunu sanmıyorum bu bakımdan sanatta
cins ayrımını doğru bulmuyorum. sanat ve sanatçı olması yeterli olmalı.
Sanatın Sonu Kitabı Hakkında
SANATIN SONU KENDİMCE
DEĞERLENDİRME VE ÖZETİMDİR. KİTABIN ANLATTIKLARINDAN YOLA ÇIKARAK BENİM BAKIŞ
AÇIMA GÖRE YAZILMIŞTIR.
Kitap sanatın sonunun neden geldiği hakkında fikirler
vermektedir bunları da bölümler halinde maddeleştirmiştir. 6 bölüm halinde bunları
incelemiştir. Postmodern sanat (GÜNCEL SANAT)'ın çıkışı ile birlikte sanatın
neden değiştiğini sorgulayan kitap modern sanatın eksikliklerinden doğan
sıkıntılarını postmodern sanatın nasıl karşıladığını aslında karşılayamadığını
anlatmaktadır.
(siz güzel sanatlarda okuyan arkadaşlarımıza söylüyorum
arkadaşlarım güncel sanatla ilgili sıkıntılardan haberdarsınız sizlerde modern
sanatın üslubu ile işler üretiyorsunuz ve derslerde bu üretimlerinizi anlatmaya
çalışıyorsunuz işte bunları göz önüne alırsanız bu kitabı anlamak sizler için
çok daha kolay olur eğitiminizle özdeşleştiriniz.)
Bölümler halinde sanatın neden sonunun geldiğini anlatan
kitap 1. bölümden başlayarak öncelikle modern sanatın değişerek nasıl
postmodern sanat anlayışına dönüştüğünü açıklamaya çalışacağım.
BÖLÜM 1
SANATTA NÖBET
DEĞİŞİMİ
Başlığından anlayacağımız gibi sanatın değişimini inceleyen
bu bölümde kübizm ve soyut sanat sergisinden bahsediliyor. Daha doğrusu bu
sergideki bazı sıkıntılardan bahsediliyor. Bunlar neydi modern sanat anlayışı
ile üretilen eserlerin aslında çok da anlaşılamadığından yakınılıyordu. Çünkü
bu işlerin hepsi geleneksel üsluplarla üretilmişlerdi. Yani form, ritim, denge,
ışık, renk, estetik gibi anlayışlarla üretiliyordu. Ancak izleyiciler bunları
anlayamıyordu. Nedeni çok basitti bu anlayışla üretilen işlerden anlayabilmek
için belli bir algı gerekiyordu, estetik algısı, form anlayışından anlamak
gerekiyordu ancak izleyici yani halk bu eğitimi almadığından dolayı bundan
bihaberdi. Bu sanat anlayışın sadece bu sanattan anlayan belli bir zümreye ait
olmasından yakınan Postmodern Sanatçılar yani (güncel sanatçılar) bu durumun
değişmesi gerektiğini düşünerek sanat anlayışını değiştirmeye çalışmışlardır. Özetle
1. bölümde bu konular üzerinde devam eden tartışmalardan bahsediliyor.
BÖLÜM 2
ESTETİĞİN KÖTÜLENİŞİ
Estetiğin kötülenişi de birinci bölümle bağlantılı olarak 2.
madde de başlık olarak karşımıza çıkıyor. Estetiğin kötülenişi postsanat
anlayışından bahsederken sanatın halkın algısına, anlayışına hitap edecek
şekilde olması gerektiğini düşündükleri için estetiği sanat anlayışından
dışlamışlardır. Sanat eserlerini izleyen seyirciler yani halk estetik bilince
sahip olmak zorunda değildir. Bu yüzden de halkın sanatı anlamadığını
düşündüklerinde bir şeylerin değişmesi gerektiği fikrine kapılan postsanatçılar
estetiğin sanatın merkezinden dışlanarak sanat anlayışının bir özelliği
olmaktan çıkartmıştır. Yani sanatı halkın anlayabileceği bir seviyeye indirmek
için ilk adımı atmışlardır. Artık sanat halka daha yakındır demek
istemişlerdir. postmodern sanatçılar sanatın estetik anlayışı olan belli bir
zümreye ait olmadığını göstermek istemişlerdir.
BÖLÜM 3
YENİ UFUKLAR AÇAN
ENTROPİ
post modern sanat anlayışına göre sanat artık yerler şeyler
ve insanları konu alıyor ve eleştirel yaklaşıyor hayata bunu yaparken de
estetik form renk gibi olguları da dışlıyor. Yeni ufuklar açtığını söylüyoruz
ancak durum hiç de öyle değil çünkü sanat artık hayatın bir kopyası haline
gelmeye başlıyor. Çünkü mekânlar, yaşanan insani durumlar ve günlük kullanılan nesneler
üzerinden yapılan eleştirel sanat yani postsanat hayatın tekrarı ve kopyası
haline gelmeye başlıyor. Çünkü konu bakımından insana yeni bir şeyler katmıyor
aslında. Bu yüzden de modern sanatın bir paradoksu haline geliyor. postsanat
fikir verme üzerinde duran ve bunu da hayatın ta kendisinden yapan yani gerçek
sanat olduğunu ilan eden ancak bir o kadar da hayatı kopya eden bir sanat
anlayışı haline gelmiştir.
BÖLÜM 4
BİLİNÇ DIŞI KÜLTÜRÜN
ÇÖKÜŞÜ
Bilinç dışının da aynı estetik gibi dışlanmasıyla artık
sanat üretimi sadece hazır olanlar üzerinden ilerlemeye mecbur kalmıştır. Bu da
aynı 3. bölümdeki nedenlere bağlı olarak gelişen bir durum olmaktadır. Konu
olarak hayatı (yerler, şeyler, insanlar) alan postsanat, hayal gücünü, bilinç
dışı üretimi buna bağlı olarak estetiğin de dışlanmasıyla adeta duygu biçimini
hiçe sayarak sanatı sadece olağan kılmıştır. Aslında bize verdiği fikirler var
olanlar üzerinden gelişmiştir. Geleneksel sanatçı doğada gördüğünden daha güzel
bir şey yaratamazken modern sanatçı sonsuz olana doğru yönelmek ister.
postsanat sıradan sanattır ancak yine de halk bu sanatı anlayamaz bilinç
dışının yok olması sanatı daha anlaşılır kılmadı. Kısaca bilinç dışı kültüre
içe yöneliş diyebiliriz.
BÖLÜM 5
AYNA AYNA, DÜNYEVİ
DUVARDAKİ AYNA, NEDEN SANAT ARTIK EN DOĞRU DİN DEĞİL: KENDİNE İNANCINI YİTİREN
TANRI
Van gogh resim inanç demektir, yalnızca ellerle değil,
ruhlarımızın derinliklerinde olan kaynak tarafından da yaratılır. Demiştir. Sanat
dini sıradan dinin yerini alır. Van gogh
sanatın değerine dem vurmuştur. Ve sanatın yozlaşmayacağını belirtmiştir ancak
sanat yozlaşmıştır. vangogh bir sanat
tacirinin eline düşmektense kıt kanaat yaşamayı tercih ederim der. Burada
sanata ve ona verdiği değere nasıl baktığını anlıyoruz. Şimdi postsanatçılar
arasında en popüler olanlardan warhol günümüz sanatı için ben ticari sanatçıyım
ve dünyada en değerli şey para ise ben ne kadar çok kazanırsam o kadar değerli
olurum sanatım da o kadar değerlidir der. Yani artık sanat para ile popülerlik
ile aynı yelpaze içerisine girmiş bulunmaktadır. Ve warholun sanat anlayışı
tamamen derinlikten yoksundur sanatı satılık bir meta haline gelmiştir. Yani
sanat artık kendine inancını yitirmiştir. Çünkü artık yozlaşmıştır, popüler
olmak zorunda kalmıştır, para kazandırmalıdır ve sadece maddi bir değer ile
karşılık bulur bu da sanatın kendine inancını yitirmiş olması demektir.
BÖLÜM 6
ATÖLYEYİ TERK EDİP
YENİDEN YAPILANDIRMAK
Sanatı halka indirgemek ve herkesin sanatçı olması aynı
zamanda sanatın biricikliğini ortadan kaldırma durumunu üstlenen
postsanatçıların anarşist tavırlarının doğru olduğunu düşünüyorum ancak bunu
başaramadıkları da bir gerçektir. Çünkü sanatın sokakta halk ile iç içe
yapılması tüketilmesi gerektiğine inanan postsanatçılar aslında yaptıkları
performanslarla aktivist eylemlerle ya da yerleştirmeleri ile pek de halka
indirgenmiş bir sanat anlayışından bahsedemeyiz. Evet, sanatçı atölyesinde
dünyadan kopuk bir biçimde sanat üretiminden şikâyetçi olmaları onları haklı
kılıyor ama bu sanat anlayışı ile halkın bu sanatı tüketmesi çok gerçekçi bir
yaklaşım olmamıştır. Kitabın yazarı DONALD KUSPİT'e göre sanatın sonu bütün
kitabın maddelerince gelmiştir. Ancak hala bir umut vardır. Yeni eski ustalar,
söz konusu kavram nesnede olmadığı sürece malzemede yaşama geçirilip, malzeme
de var olmadıkça sanat diye bir şeyden söz edilemeyeceğini ortaya koyuyorlar. Kısacası
yeni eski ustalar, hem estetik bir yankıya sahipler hem de geleceği
görebiliyorlar. Onların sanatı postsanatı hiçe sayarak yüksek sanatı
canlandırıyorlar. Sanatı hem estetik bilince kavuşturuyorlar aynı zaman da
dünya ya yönelik eleştirel bilincini yitirmeden.
10 Haziran 2012 Pazar
Mekan / KargART
KargART
karga 26 ekim 1996 da açılan ve zamanla Anadolu
yakasının ve Kadıköy'ün popüler bir barı haline gelmiş
ancak günümüze gelene kadar bir çok değişiklik geçirmiştir. hatta bir de yangın
faciası atlatmıştır. benim değinmek istediğim asıl konuysa haziran 2001 de ilk
Kargaşa sergisiyle Kargart'ın açılmasıdır. Kargart sanatsal ve kültürel
etkinlikler düzenleyebileceği bir mekan olarak kullanacağı 4.
katında; plastik sanatlar, sahne sanatları, çağdaş sanatlar, sinema, performans
sanatları ve müzik alanlarında faaliyetler düzenleyen Kadıköy’ün tek alternatif
kültür ve sanat merkezidir. İlk destekçileri Turgay Kantürk ve İbrahim
Çiftçioğlu olmuşlardır.
Kargart'a göre ana akımın dışında kalan sanatçılara bir
platform amacıyla oluşturuldu. İlk üç sene plastik sanatlar ön plandaydı. dağa
sonra güncel sanata daha fazla yer vermeye başlamışlar. genelde kişisel
sergilerden çok karma sergilere yer vermeyi daha doğru buluyorlar. estetikten
anlamadıklarını ve bu yüzden biraz daha güncel ve herkesin anlayabileceği türden
işleri sergileme olanakları olduğunu bu durumdan da son derece hoşnut
olduklarını belirtiyorlar.
Kargart'ın sadece sergi mekanı olarak kullanmadığı 4. katta
sanat panelleri, toplantıları, ücretsiz film gösterimlerine de yer veriyorlar.
her ne kadar bar görünümünden kurtulamasa da Kadıköylülerin ve Anadolu
yakasının önemli sanat mekanlarından biri olmayı başarmışlar. ancak bu konuda Anadolu
yakasında ve Kadıköy'de olmalarını bir avantaj olarak görüyorlar. mekanın
duruşu ve anlayışı itibarı ile Anadolu yakasının diğer mekanlarından sıyrılmış
olduğunu düşündürüyorlar. Kargart düzenlediği bir çok etkinlikten ve bağımsız
olma durumlarından dolayı her sene bütçe açığı problemi yaşamasına rağmen 4.
katta bulunan karga sahneyi sponsora devretme zorunluluğunda kalacaklarını
belirtmişlerdir.
İstanbullunun sanat mekanlarını, sergileri gezme durumunun
hep belli bir rotada gittiğini ancak Kargart gibi mekanların sanatın sadece
Avrupa yakasında bulunmadığını Anadolu yakasında da birçok önemli sanat mekanı
olduğunu göstermeye çalışmıştır. ayrıca 2007 den beri hemen her ay düzenli çıkarmaya çalıştıkları
ücretsiz bir de sanat dergisi yayımlamaktalar. Kargamecmua adlı bu dergiye
ulaşamayanlar için internetten her sayısına erişme olanağı da sağlıyorlar.
Kadıköydeki bir çok mekanla ortak çalışmaları bulunan
Kargart ileriki yıllarda bütün Kadıköyü kapsayan sanat projeleri olduğunu
Kadıköyde sanatın daha da tüketilmesi kaygıları olduğunu bekitmişlerdir. Mekanın
geleneksel olarak açtığı kargaşa sergileri bulunmakta bu sene 11. kargaşa
sergisini açan Kargart bu karma sergilerde bir çok genç sanatçılara sergi
olanağı sağlayan alternatif bir mekan olmuştur. Daha çok toplumun vicdanını
rahatsız eden çağ dışı uygulamaları eleştiren işler üreten sanatçıları desteklediklerini
çünkü mekan olarak ülkede ki yaşanan yada yaşanmış çalkantılı konularda, anti
demokratik uygulamalarda, Faşizan tavırlardan her zaman rahatsız olduklarını
bunlarında sanat olarak dışa vurulması gerektiğini bunu da mekan olarak
desteklemeye açık olduklarını belirtmişlerdir.
Sanatçı - Eleştirmen / Hülya Küpçüoğlu
Hülya Küpçüoğlu
Hülya Küpçüoğlu; Mimar
Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünden mezun oldu. 1997
yılında İ.T.Ü.'de Görsel ve Çevresel Sanatlar Bölümü'nde
"Konstrüktivizm" konulu tezini sunarak yüksek lisans eğitimini
tamamladı. 93- 94 yıllarında sanat tarihi bölümünden resim analizi dersi almış
ve ilk olarak röportaj yaparak başlamıştır. Eleştirmen kimliğinin
oluşturulmasında en büyük desteği Canan Beykal tarafından görmüştür. İlk olarak
yazı yazmanın zor olacağını düşündüğünden tanıdığı sanatçılarla röportaj
yaparak kendini geliştirmiştir. Daha sonra çeşitli gazetelerin sanat
köşelerinde ve sanat dergilerinde yazıları yer almaya başlamıştır.
Klasik sanat eğitimi almış ve
günümüz sanatına merakından dolayı Şükrü Aysan’ın kurduğu Sanat Tanımı
Topluluğu’na katılmıştır. Okulu bitirdiğinde Konstrüktivist işler üretmiştir.
Yüzey resmi yapmış ve formların yüzeyde
ilişkisini araştırmıştır. Böylelikle işlerini hem 2. hem de 3. boyuta
taşımıştır. bu işlerden çok fazlaca üreten hülya Küpçüoğlu o dönemde bu tarz
işler yapmak çok zordu çünkü alışılmış sanatın biraz daha dışına çıkmıştı. daha sonraki yıllarda video sanatına da merak
salan hülya Küpçüoğlu'nun bir kaç video işi bulunmaktadır. daha çok
eleştirmenlik yaparak atıldığı sanat hayatında son dönemlerde daha çok sanatçı
olarak devam ettirmiştir. eleştirmen kimliğini çok fazlaca kullanmıyor. son
yıllarda da fazla eleştiri yazıları yazmamış daha çok sergilerle gündeme
gelmiştir.
Son açtığı sergilerden
gözlemlendiği üzere daha çok pop figürleri işlerine konu ediyor. bunu da pop
art'ı kullanarak yapıyor. tekniğinin ilerlediğini düşünmüş ve pop figürlere
yönelmiştir.“Pop art 60’lı yılların akımı olmasına rağmen ben günümüze
uyarlıyorum.” demiştir.
"Sanatçının birilerine
ulaşması için iyi ya da kötü hakkında yazılmış eleştiri yazısına ihtiyacı
vardır çünkü bizim işimiz dirsek temasına dayanır" Pazarlamanın, galeri ve
galeri çevresinin de önemli olduğunu söylüyor. Karşıt fikirlerin de bakış
açısını değiştirdiğini düşünüyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)