23 Haziran 2013 Pazar

24 Haziran 2012 Pazar

David Lynch - Kayıp Otoban ( Lost Highway )


                                
            david lynch'in film-noir ( kara film ) türünde yönettiği çarpıcı filmi kayıp otoban kimliklerini arayan benliklerini kaybetmiş karakterlerin birbirlerinden ayrı ve aynı zamanda birbirleriyle kesişen şizofrenik dünyalarını ele alıyor. filmde mekanların basıklığı, karanlığı fon seslerin etkileri insanı adeta filmin içerisindeki psikolojiye sokuyor.

            Bir açıdan şizofrenik bir katilin, sahip olduğu farklı kişiliklerin hikayeleri, diğer bir açıdan da belirsiz bir kimliği paylaşan iki farklı insanın içinde kayboldukları korkunç yaşantıları olarak ele alınabilir, Angeles’da yaşayan ve bir gece kulübünde caz saksafon çalan Fred Madison adlı bir adamın başından geçen garip olaylarla başlıyor. Karısı Renee’nin kendisini aldattığı paranoyasıyla yaşayan Madison, evinin dışarıdan kamerayla çekilmiş görüntülerinin yer aldığı bir kaset alır. Ardından bu sefer evin içininin çekildiği bir kaset daha alan Madison, daha sonra karısıyla yatak odasındaki görüntülerinin yer aldığı üçünücü bir kaset daha alır. Bu sırada karısının, daha önce hiç tanımadığı bir arkadaşının partisine katılan Madison, burada kendisini tanıdığını ve şu anda evinde olduğunu söyleyen garip bir adamla tanışır. Telefonla evini arayan Madison, karşısında, şu anda fiziksel olarak karşısında bulunan adamın sesini duyunca şaşkına döner. Ertesi gün karısının evde ölü olarak bulunması üzerine zanlı durumuna düşen Madison, aleyhine olan deliller üzerine, karısını öldüren kıskanç koca suçlamasıyla hapse atılır. Karısının öldürülmesine dair hiçbir şey hatırlamayan Madison, gelişen olaylar karşısında ne yapacağını bilemez. İşte tam bu sırada dört duvar arasında tıkılıp kalan Madison, bir anda ortadan kaybolur ve yerine Pete Dayton adlı genç bir adam geçer. Dayton, arabasının bakımını sadece kendisine yaptıran bir gangsterin Alice adlı sevgilisine aşık olan bir genç bir oto tamircisidir.

            Filmde kesin bir açıklama olasılığına izin vermeyerek olayların ve karakterlerin birbirleriyle olan ilişkisini muğlak bırakan yönetmen izleyicinin hayal gücünü de canlandırmayı düşünmüş olabilir. benim düşünceme göre fred karakteri karısını kıskanan onu aldattığı düşüncesini saplantı haline getirmiş şizofren bir karakterdir. karısının ölümünün ardından zanlı sıfatı ile hapse düşer çok rahatsız edici bir baş ağrısı çeken fred karakteri o gece pete karakterine dünüşür pete ile ilişkisi düşünüldüğünde iki karekterin birbirini tamamlayacak niteliklerde olması tesadüf olmadığını ve fred karakterinin bütün eksikliklerini bu karakterde giderdiğini görebiliyoruz karısını mutlu edemeyen ve bir başkasına kaptırdığını düşünen fred ve hayatındaki bütün kadınları mutlu eden ve bir başkasının sevgilisini elinden alan pete ve iki karekterin ortak noktası birbirine inanılmaz benzeyen alice- renee karakterleri. fred şizofren olduğunu ve karısını öldürdüğünü ve onu aldattığı paranoyasına kendini inandırmak ve işlediği cinayeti haklı kılmak için alt egosu olarak gördüğü pete karakterinde aşık olduğu kadını fahişe olarak göserir.

            filmin yönetmeni David Lynch, Fred ile Peter arasında yaşananan ve uzam-zaman kategorilerini hiçe sayan transformasyonun, açıklanamaz olmadığını, her şeye rağmen bir mantığa sahip olduğunu ima ediyor. Bu anlamda, tek bir benliğin sahip olduğu farklı kişilikler tanımlaması yerine, benliklerinin başka bir benlik tarafından işgal edilmesine engel olamayan bireyler tanımlaması da Fred ile Peter arasındaki ilişkiyi anlamamıza alternatif bir yaklaşım getirebiliyor. Lynch gibi bize, hiçbir şey gördüğünüz, işittiğiniz, dokunduğunuz, hissettiğiniz, sandığınız gibi değildir diyen bir film dili geliştirmiş. gerçeklik konusunu sorgulayan ve insanın bu konuda çokca düşünmesini sağlayan bir yöntemi oluşu da filmlerine bakışı bir hayli değiştiriyor. çok kaba bir bakış açısı ile izlendiğinde anlaşılacak bir film olmayan kayıp otoban üzerinde hala tartışılan yorumlar yapılan eleştirmenlerin sıklıkla eleştirdiği, insanı sorgulatan ancak düşünmeye sevk eden bir film. eleştirmenlerin eleştirdiği bir konu ise filmlerinde felsefecilerin teorilerine yer veren lynch'i anlamak için Kant’tan Gadamer’e, Kafka’dan Freud’a bazı okumalar yapmış olmak gerekebilmesi bu yüzden de bazen izleyicinin algılamakta sorun yaşayacağı  bir yöntemi olduğunu kabul etmek gerekir.

Hayal ve Hakikat


HAYAL VE HAKİKAT

            sanatın içinde olan bir genç olarak hiç dikkatimi çekmemiş olan bir konu üstünde araştırma yapmaya başladım konu hayatımızın içinde olan ve her zaman tartışılan klişe bir konu kadınlar ve sanat benim çok üstünde durmadığım ancak bir sergi ile yeniden bazı soruları sormama neden olan bir konu oldu. bu bağlamda serginin kendi adıma olumlu bir yönü olarak kabul edebilirim. es geçtiğim bir durumu tekrar düşünmeme sebep oldu.

 konu kadınlar olunca her zaman erkek hegemonyası ve kadın üzerindeki sosyal üstünlüğü ve psikolojik baskısı olduğu söylenir, yanlış da sayılmaz. ancak değişen ve gelişen dünyada kadınların yerinin hala eskisi gibi olduğunu düşünmüyorum. her konuda olduğu gibi sanatta da böyle bir durumdan bahsedilmesi yanlış olur. hele ki bu bir çağdaş sanat sergisi ise serginin isminden de anladığımız gibi belki geçmişte hayal olabilecek bir sergi olabilir ancak artık olmaması gerekir.
           
            serginin yurt dışına yansıması ise aslında bahsettiğim şeyle doğru orantılı bir haberde dikkatimi çekmişti yabancı bir gazetede haber şu şekilde yansımıştı “Hayal ve Hakikat:Türkiye'den Modern ve Çağdaş Kadın Sanatçılar” sergisinin, Osmanlı döneminin neredeyse unutulmuş ressamlarını, bugünkü Türkiye'nin çağdaş kadın sanatçılarıyla biraraya getirdiğini yazdı.
sergiyle ilgili araştırma ve yazıları okurken ilgimi çeken bir başka şey ise haşmet babaoğlunun köşe yazısıydı.

 ''sergisinin bir bölümüne de yansıyan modern plastik sanatlar fena halde tıkanmış durumda artık! Atılan taş hiçbir şeyi vurmuyor. Laf kalabalığına benzer bir malzeme, fikir ve kavram kalabalığı var. O kadar çok şey anlatmak istiyorlar ama ortaya çıkan şey çok cılız. Modern sanat zaten bir tıkanıklık içinde, bu sergiyle gördüm ki Türkiye'de daha bir tıkanmış vaziyette''
             
belki eleştiri işler üzerinden yapılırsa daha net anlayabiliriz. tek,tek bakıldığında benim düşünceme göre işlerin bir çok farklı döneme ait olması bakımından Türkiye'deki kadın sanatçıların sanat süreçlerini ve bize ulaştığı dönemi görmek açısından güzel bir deneyim gibi görüyorum. özellikle bir kaç iş yapıldıkları dönemleri dikkate alınırsa bu veya bu tarz sergilerin çok daha önceden de açılabileceğini düşündürtüyor. sanatta cinsiyetin çok önemli olmadığı ya da  işin hangi cinse ait olduğu izleyici tarafından çok önemsenecek bir durum olduğunu sanmıyorum bu bakımdan sanatta cins ayrımını doğru bulmuyorum. sanat ve sanatçı olması yeterli olmalı.

Sanatın Sonu Kitabı Hakkında




SANATIN SONU KENDİMCE DEĞERLENDİRME VE ÖZETİMDİR. KİTABIN ANLATTIKLARINDAN YOLA ÇIKARAK BENİM BAKIŞ AÇIMA GÖRE YAZILMIŞTIR.

Kitap sanatın sonunun neden geldiği hakkında fikirler vermektedir bunları da bölümler halinde maddeleştirmiştir. 6 bölüm halinde bunları incelemiştir. Postmodern sanat (GÜNCEL SANAT)'ın çıkışı ile birlikte sanatın neden değiştiğini sorgulayan kitap modern sanatın eksikliklerinden doğan sıkıntılarını postmodern sanatın nasıl karşıladığını aslında karşılayamadığını anlatmaktadır.

(siz güzel sanatlarda okuyan arkadaşlarımıza söylüyorum arkadaşlarım güncel sanatla ilgili sıkıntılardan haberdarsınız sizlerde modern sanatın üslubu ile işler üretiyorsunuz ve derslerde bu üretimlerinizi anlatmaya çalışıyorsunuz işte bunları göz önüne alırsanız bu kitabı anlamak sizler için çok daha kolay olur eğitiminizle özdeşleştiriniz.)

Bölümler halinde sanatın neden sonunun geldiğini anlatan kitap 1. bölümden başlayarak öncelikle modern sanatın değişerek nasıl postmodern sanat anlayışına dönüştüğünü açıklamaya çalışacağım.
 
           
BÖLÜM 1
SANATTA NÖBET DEĞİŞİMİ

Başlığından anlayacağımız gibi sanatın değişimini inceleyen bu bölümde kübizm ve soyut sanat sergisinden bahsediliyor. Daha doğrusu bu sergideki bazı sıkıntılardan bahsediliyor. Bunlar neydi modern sanat anlayışı ile üretilen eserlerin aslında çok da anlaşılamadığından yakınılıyordu. Çünkü bu işlerin hepsi geleneksel üsluplarla üretilmişlerdi. Yani form, ritim, denge, ışık, renk, estetik gibi anlayışlarla üretiliyordu. Ancak izleyiciler bunları anlayamıyordu. Nedeni çok basitti bu anlayışla üretilen işlerden anlayabilmek için belli bir algı gerekiyordu, estetik algısı, form anlayışından anlamak gerekiyordu ancak izleyici yani halk bu eğitimi almadığından dolayı bundan bihaberdi. Bu sanat anlayışın sadece bu sanattan anlayan belli bir zümreye ait olmasından yakınan Postmodern Sanatçılar yani (güncel sanatçılar) bu durumun değişmesi gerektiğini düşünerek sanat anlayışını değiştirmeye çalışmışlardır. Özetle 1. bölümde bu konular üzerinde devam eden tartışmalardan bahsediliyor.


BÖLÜM 2
ESTETİĞİN KÖTÜLENİŞİ

Estetiğin kötülenişi de birinci bölümle bağlantılı olarak 2. madde de başlık olarak karşımıza çıkıyor. Estetiğin kötülenişi postsanat anlayışından bahsederken sanatın halkın algısına, anlayışına hitap edecek şekilde olması gerektiğini düşündükleri için estetiği sanat anlayışından dışlamışlardır. Sanat eserlerini izleyen seyirciler yani halk estetik bilince sahip olmak zorunda değildir. Bu yüzden de halkın sanatı anlamadığını düşündüklerinde bir şeylerin değişmesi gerektiği fikrine kapılan postsanatçılar estetiğin sanatın merkezinden dışlanarak sanat anlayışının bir özelliği olmaktan çıkartmıştır. Yani sanatı halkın anlayabileceği bir seviyeye indirmek için ilk adımı atmışlardır. Artık sanat halka daha yakındır demek istemişlerdir. postmodern sanatçılar sanatın estetik anlayışı olan belli bir zümreye ait olmadığını göstermek istemişlerdir.


BÖLÜM 3
YENİ UFUKLAR AÇAN ENTROPİ

post modern sanat anlayışına göre sanat artık yerler şeyler ve insanları konu alıyor ve eleştirel yaklaşıyor hayata bunu yaparken de estetik form renk gibi olguları da dışlıyor. Yeni ufuklar açtığını söylüyoruz ancak durum hiç de öyle değil çünkü sanat artık hayatın bir kopyası haline gelmeye başlıyor. Çünkü mekânlar, yaşanan insani durumlar ve günlük kullanılan nesneler üzerinden yapılan eleştirel sanat yani postsanat hayatın tekrarı ve kopyası haline gelmeye başlıyor. Çünkü konu bakımından insana yeni bir şeyler katmıyor aslında. Bu yüzden de modern sanatın bir paradoksu haline geliyor. postsanat fikir verme üzerinde duran ve bunu da hayatın ta kendisinden yapan yani gerçek sanat olduğunu ilan eden ancak bir o kadar da hayatı kopya eden bir sanat anlayışı haline gelmiştir.



BÖLÜM 4
BİLİNÇ DIŞI KÜLTÜRÜN ÇÖKÜŞÜ

Bilinç dışının da aynı estetik gibi dışlanmasıyla artık sanat üretimi sadece hazır olanlar üzerinden ilerlemeye mecbur kalmıştır. Bu da aynı 3. bölümdeki nedenlere bağlı olarak gelişen bir durum olmaktadır. Konu olarak hayatı (yerler, şeyler, insanlar) alan postsanat, hayal gücünü, bilinç dışı üretimi buna bağlı olarak estetiğin de dışlanmasıyla adeta duygu biçimini hiçe sayarak sanatı sadece olağan kılmıştır. Aslında bize verdiği fikirler var olanlar üzerinden gelişmiştir. Geleneksel sanatçı doğada gördüğünden daha güzel bir şey yaratamazken modern sanatçı sonsuz olana doğru yönelmek ister. postsanat sıradan sanattır ancak yine de halk bu sanatı anlayamaz bilinç dışının yok olması sanatı daha anlaşılır kılmadı. Kısaca bilinç dışı kültüre içe yöneliş diyebiliriz.



BÖLÜM 5
AYNA AYNA, DÜNYEVİ DUVARDAKİ AYNA, NEDEN SANAT ARTIK EN DOĞRU DİN DEĞİL: KENDİNE İNANCINI YİTİREN TANRI

Van gogh resim inanç demektir, yalnızca ellerle değil, ruhlarımızın derinliklerinde olan kaynak tarafından da yaratılır. Demiştir. Sanat dini sıradan dinin yerini alır.  Van gogh sanatın değerine dem vurmuştur. Ve sanatın yozlaşmayacağını belirtmiştir ancak sanat yozlaşmıştır.  vangogh bir sanat tacirinin eline düşmektense kıt kanaat yaşamayı tercih ederim der. Burada sanata ve ona verdiği değere nasıl baktığını anlıyoruz. Şimdi postsanatçılar arasında en popüler olanlardan warhol günümüz sanatı için ben ticari sanatçıyım ve dünyada en değerli şey para ise ben ne kadar çok kazanırsam o kadar değerli olurum sanatım da o kadar değerlidir der. Yani artık sanat para ile popülerlik ile aynı yelpaze içerisine girmiş bulunmaktadır. Ve warholun sanat anlayışı tamamen derinlikten yoksundur sanatı satılık bir meta haline gelmiştir. Yani sanat artık kendine inancını yitirmiştir. Çünkü artık yozlaşmıştır, popüler olmak zorunda kalmıştır, para kazandırmalıdır ve sadece maddi bir değer ile karşılık bulur bu da sanatın kendine inancını yitirmiş olması demektir.




BÖLÜM 6
ATÖLYEYİ TERK EDİP YENİDEN YAPILANDIRMAK

Sanatı halka indirgemek ve herkesin sanatçı olması aynı zamanda sanatın biricikliğini ortadan kaldırma durumunu üstlenen postsanatçıların anarşist tavırlarının doğru olduğunu düşünüyorum ancak bunu başaramadıkları da bir gerçektir. Çünkü sanatın sokakta halk ile iç içe yapılması tüketilmesi gerektiğine inanan postsanatçılar aslında yaptıkları performanslarla aktivist eylemlerle ya da yerleştirmeleri ile pek de halka indirgenmiş bir sanat anlayışından bahsedemeyiz. Evet, sanatçı atölyesinde dünyadan kopuk bir biçimde sanat üretiminden şikâyetçi olmaları onları haklı kılıyor ama bu sanat anlayışı ile halkın bu sanatı tüketmesi çok gerçekçi bir yaklaşım olmamıştır. Kitabın yazarı DONALD KUSPİT'e göre sanatın sonu bütün kitabın maddelerince gelmiştir. Ancak hala bir umut vardır. Yeni eski ustalar, söz konusu kavram nesnede olmadığı sürece malzemede yaşama geçirilip, malzeme de var olmadıkça sanat diye bir şeyden söz edilemeyeceğini ortaya koyuyorlar. Kısacası yeni eski ustalar, hem estetik bir yankıya sahipler hem de geleceği görebiliyorlar. Onların sanatı postsanatı hiçe sayarak yüksek sanatı canlandırıyorlar. Sanatı hem estetik bilince kavuşturuyorlar aynı zaman da dünya ya yönelik eleştirel bilincini yitirmeden.

10 Haziran 2012 Pazar

Mekan / KargART





KargART



karga 26 ekim 1996 da açılan ve zamanla Anadolu yakasının  ve  Kadıköy'ün popüler bir barı haline gelmiş ancak günümüze gelene kadar bir çok değişiklik geçirmiştir. hatta bir de yangın faciası atlatmıştır. benim değinmek istediğim asıl konuysa haziran 2001 de ilk Kargaşa sergisiyle Kargart'ın açılmasıdır. Kargart sanatsal ve kültürel etkinlikler düzenleyebileceği bir mekan olarak kullanacağı  4. katında; plastik sanatlar, sahne sanatları, çağdaş sanatlar, sinema, performans sanatları ve müzik alanlarında faaliyetler düzenleyen Kadıköy’ün tek alternatif kültür ve sanat merkezidir. İlk destekçileri Turgay Kantürk ve İbrahim Çiftçioğlu olmuşlardır.

Kargart'a göre ana akımın dışında kalan sanatçılara bir platform amacıyla oluşturuldu. İlk üç sene plastik sanatlar ön plandaydı. dağa sonra güncel sanata daha fazla yer vermeye başlamışlar. genelde kişisel sergilerden çok karma sergilere yer vermeyi daha doğru buluyorlar. estetikten anlamadıklarını ve bu yüzden biraz daha güncel ve herkesin anlayabileceği türden işleri sergileme olanakları olduğunu bu durumdan da son derece hoşnut olduklarını belirtiyorlar.

Kargart'ın sadece sergi mekanı olarak kullanmadığı 4. katta sanat panelleri, toplantıları, ücretsiz film gösterimlerine de yer veriyorlar. her ne kadar bar görünümünden kurtulamasa da Kadıköylülerin ve Anadolu yakasının önemli sanat mekanlarından biri olmayı başarmışlar. ancak bu konuda Anadolu yakasında ve Kadıköy'de olmalarını bir avantaj olarak görüyorlar. mekanın duruşu ve anlayışı itibarı ile Anadolu yakasının diğer mekanlarından sıyrılmış olduğunu düşündürüyorlar. Kargart düzenlediği bir çok etkinlikten ve bağımsız olma durumlarından dolayı her sene bütçe açığı problemi yaşamasına rağmen 4. katta bulunan karga sahneyi sponsora devretme zorunluluğunda kalacaklarını belirtmişlerdir.

İstanbullunun sanat mekanlarını, sergileri gezme durumunun hep belli bir rotada gittiğini ancak Kargart gibi mekanların sanatın sadece Avrupa yakasında bulunmadığını Anadolu yakasında da birçok önemli sanat mekanı olduğunu göstermeye çalışmıştır. ayrıca 2007 den beri hemen  her ay düzenli çıkarmaya çalıştıkları ücretsiz bir de sanat dergisi yayımlamaktalar. Kargamecmua adlı bu dergiye ulaşamayanlar için internetten her sayısına erişme olanağı da sağlıyorlar.

Kadıköydeki bir çok mekanla ortak çalışmaları bulunan Kargart ileriki yıllarda bütün Kadıköyü kapsayan sanat projeleri olduğunu Kadıköyde sanatın daha da tüketilmesi kaygıları olduğunu bekitmişlerdir. Mekanın geleneksel olarak açtığı kargaşa sergileri bulunmakta bu sene 11. kargaşa sergisini açan Kargart bu karma sergilerde bir çok genç sanatçılara sergi olanağı sağlayan alternatif bir mekan olmuştur. Daha çok toplumun vicdanını rahatsız eden çağ dışı uygulamaları eleştiren işler üreten sanatçıları desteklediklerini çünkü mekan olarak ülkede ki yaşanan yada yaşanmış çalkantılı konularda, anti demokratik uygulamalarda, Faşizan tavırlardan her zaman rahatsız olduklarını bunlarında sanat olarak dışa vurulması gerektiğini bunu da mekan olarak desteklemeye açık olduklarını belirtmişlerdir.

Sanatçı - Eleştirmen / Hülya Küpçüoğlu


Hülya Küpçüoğlu


Hülya Küpçüoğlu; Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünden mezun oldu. 1997 yılında İ.T.Ü.'de Görsel ve Çevresel Sanatlar Bölümü'nde "Konstrüktivizm" konulu tezini sunarak yüksek lisans eğitimini tamamladı. 93- 94 yıllarında sanat tarihi bölümünden resim analizi dersi almış ve ilk olarak röportaj yaparak başlamıştır. Eleştirmen kimliğinin oluşturulmasında en büyük desteği Canan Beykal tarafından görmüştür. İlk olarak yazı yazmanın zor olacağını düşündüğünden tanıdığı sanatçılarla röportaj yaparak kendini geliştirmiştir. Daha sonra çeşitli gazetelerin sanat köşelerinde ve sanat dergilerinde yazıları yer almaya başlamıştır.

Klasik sanat eğitimi almış ve günümüz sanatına merakından dolayı Şükrü Aysan’ın kurduğu Sanat Tanımı Topluluğu’na katılmıştır. Okulu bitirdiğinde Konstrüktivist işler üretmiştir. Yüzey resmi yapmış ve  formların yüzeyde ilişkisini araştırmıştır. Böylelikle işlerini hem 2. hem de 3. boyuta taşımıştır. bu işlerden çok fazlaca üreten hülya Küpçüoğlu o dönemde bu tarz işler yapmak çok zordu çünkü alışılmış sanatın biraz daha dışına çıkmıştı.  daha sonraki yıllarda video sanatına da merak salan hülya Küpçüoğlu'nun bir kaç video işi bulunmaktadır. daha çok eleştirmenlik yaparak atıldığı sanat hayatında son dönemlerde daha çok sanatçı olarak devam ettirmiştir. eleştirmen kimliğini çok fazlaca kullanmıyor. son yıllarda da fazla eleştiri yazıları yazmamış daha çok sergilerle gündeme gelmiştir.

Son açtığı sergilerden gözlemlendiği üzere daha çok pop figürleri işlerine konu ediyor. bunu da pop art'ı kullanarak yapıyor. tekniğinin ilerlediğini düşünmüş ve pop figürlere yönelmiştir.“Pop art 60’lı yılların akımı olmasına rağmen ben günümüze uyarlıyorum.” demiştir.

"Sanatçının birilerine ulaşması için iyi ya da kötü hakkında yazılmış eleştiri yazısına ihtiyacı vardır çünkü bizim işimiz dirsek temasına dayanır" Pazarlamanın, galeri ve galeri çevresinin de önemli olduğunu söylüyor. Karşıt fikirlerin de bakış açısını değiştirdiğini düşünüyor.